'Saha din tacirlerinin elinde'
GÜNDEMANODEM'in konuğu olan Prof. Dr. Sabri Yılmaz, toplumdaki okuma ve araştırma zaafiyeti yüzünden sahanın ‘din tacirleri’nin eline kaldığını söyledi.
ANODEM’in Nisan ayı toplantısına konuk olan Akdeniz Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Bölümü Kelam Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sabri Yılmaz, ‘Din-Mezhep İlişkisi ve Ülkemizde Etkin Mezhebi Eğilimler’ başlıklı bir sunum yaptı.
Kısa adı ANODEM olan Antalya Ortak Düşün Meclisi, Ramazan’a denk gelmesi münasebetiyle nisan ayı toplantısını iftarda gerçekleştirdi. Uygulama Oteli’nde Doç. Dr. Önder Bilgin’in moderatörlüğünde gerçekleştirilen toplantının konusu ‘Din-Mezhep İlişkisi’, konuşmacısı ise Akdeniz Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Kelam Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sabri Yılmaz’dı. Aynı zamanda ANODEM üyesi de olan Prof. Dr. Yılmaz, ‘Din-Mezhep İlişkisi ve Ülkemizde Etkin Mezhebi Eğilimler’ başlığı altında oldukça dikkat çekici bir sunum yaptı. Sunumuna ‘din’ ve ‘mezhep’ kavramlarının tanımlarıyla başlayan Yılmaz, dinin, seçtiği elçiler vasıtasıyla Allah tarafından akıl sahibi varlıklara bildirilen, kendi irade ve tercihleriyle onları iki cihan saadetine sevk eden ya da dünyada salaha, ahirette felaha kavuşturan ilahî bir nizam olduğunu söyledi. Yılmaz, mezhebin ise dinin aslî veya fer‘î hükümlerinin dayandığı delilleri tespit ederek bunlardan hüküm çıkarıp yorumlamakta yetkin sayılan âlimlerin ortaya koyduğu görüşler doğrultusunda oluşan sosyal yapı şeklinde tanımlandığını vurguladı.
‘DİNE YAKLAŞIM FARKLILIKLARI’
Prof. Dr. Yılmaz, “Din, insanın en iyi şekilde insanlığını gerçekleştirebilmesi; birey ve toplum planında fıtrata uygun, insan onuruna yaraşır ahlâklı bir hayat imkânının sağlanması; insanın, kendi özüne yabancılaşmasının önlenmesi; özellikle aşkın alan hakkında doğru bilgilenmesinin sağlanması ve değerler alanında keyfiliğin ortadan kaldırılması için vardır. İslâm’ın inanç esasları, ibadetleri ve sosyal hayatla ilgili kuralları vahiy ile ortaya konulmuş, Hz. Peygamber’in sözlü ve fiilî sünnetiyle hayata aktarılmış olmakla birlikte bunun farklı kültürlere sahip kesimler tarafından anlaşılması ve yorumlanması mezhep realitesini meydana getirmiştir. İslâm tarihinde onlarca itikadî-siyasî ve fıkhî-amelî mezhep ortaya çıkmıştır. Bunlar birer din farklılığı olarak değil, dine yaklaşım farklılığı olarak değerlendirilmelidir. Bir başka ifadeyle, mezhepler, din değil; dinin anlaşılma biçimleridir. Dolayısıyla bu farklılıklar yani mezhepler, ‘mutlaklık iddiası’nda bulunmadıkça, kendilerini ‘İslam’ın yegane temsilcisi’, başkalarını ise ‘öteki’ olarak algılamadıkça birer zenginlik olarak görülmelidir” diye konuştu.
15 TEMMUZ HATIRLATMASI
Zaman zaman soru-cevap şeklinde ilerleyen sunumunda ülkemizdeki ‘din anlayışları’ ile bu bağlamda son yıllarda yaygınlaşan etkin mezhebi eğilimlere de değinen Yılmaz, “Ülkemizde dini hayat, her biri kendisini İslam’ın yegane temsilcisi olarak algılayan cemaat ve tarikatlar üzerinden şekilleniyor. Bütün cemaat ve tarikatlar aslında ilk ortaya çıkışlarında samimi olsalar da zamanla dış mihraklı birtakım örgütler/yapılar tarafından ele geçiriliyor. Bunun en dikkat çekici örneğini 15 Temmuz’da (FETÖ) gördük” dedi. Aslında birer din anlayışı olan mezheplerin, ülkemizde dinin bizatihi kendisi imiş gibi görüldüğüne işaret eden Prof. Dr. Sabri Yılmaz, toplumdaki okuma ve araştırma zaafiyeti yüzünden sahanın ‘din tacirleri’nin eline kaldığını söyledi. Halkın bu zaafından istifade eden din tacirlerinin imam hatip liselerinde, ilahiyat fakültelerinde verilen eğitim-öğretimden rahatsız olduklarını belirten Yılmaz şöyle devam etti: “Bu okullarda yapılan eğitim-öğretim onların hegemonyası için tehdit oluşturuyor. Çünkü dini hayat üzerinde hegemonya kuran din tacirlerinin hiçbiri sağlam bir dini eğitim almış değil. Hepsinin kendilerine göre bir din anlayışı, kendilerine göre bir davranış tarzları, amelleri ve kendilerine göre bir kılık-kıyafet tercihleri var. Onların çizgisi dışına çıktığınızda tıpkı Hristiyanlıkta olduğu gibi aforoz ediliyorsunuz, mürted ilan ediliyorsunuz. Okuma, araştırma, sorgulama alışkanlığı olmadığı için din tacirleri bundan yararlanıyor. Oysa ana mihverimiz Kur’an-ı Kerim olmalı. Allah’ın bize bahşettiği aklımızı işleterek Kur’an-ı anlamaya çalıştığımızda piyasadaki birçok anlayışın Kur’an’ın söylemiyle çeliştiğini, dolayısıyla yanlış olduğunu, görüyoruz.”
ÜLKEMİZ SELEFİLİK TEHDİDİ ALTINDA
Türkiye’de mezhebi eğilimlerin 1970’li yıllardan itibaren hızla yoğunlaştığına da dikkat çeken Prof. Dr. Yılmaz şunları söyledi: “Özellikle son 15-20 yılda güçlenmiş olan bir eğilim var; Selefilik. Ehl-i Sünnet kavramı üzerinden bu akımın propagandası yapılıyor. Seyyid Kutup, Mevdudi gibi selefi alimler toplumumuzda daha çok tanınmaktadır. Çünkü Kur’an’ı anlamaya çalışanlara bu alimlerin eserleri tavsiye edilmektedir. Halbuki hemşehrimiz Elmalılı Hamdi Yazır’ın telif ettiği ‘Hak Dini Kur’an Dili’ az önce bahsedilen alimlerin eserlerinden daha kapsamlı ve değerli. Elmalılı çok iyi eğitim almış, sağlam bir birikime sahip büyük bir alim. Osmanlı döneminde yetişmiş ve Cumhuriyet’e geçiş sürecinde de son derece etkin olan bir alim. Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle Kur’an-ı Kerim’in Türkçe çevirisi ve tefsiri görevi verilmiş, o da bu vazifeyi layıkıyla yerine getirmiştir. Cumhuriyetin kuruluş aşamasında milletimizin dinini ana kaynağından öğrenebilmesi için böyle güzel bir kitap hazırlanmış, ancak ne yazık ki bu eserden toplumumuz yeterince faydalanmamıştır. Son yıllarda bu eserin imam hatip liselerinde tavsiye edilmemesi, ilahiyat fakültelerinde pek gündeme getirilmemesi selefiliğin din eğitim-öğretiminin yapıldığı kurumları dahi etkisi altına aldığını göstermektedir. Netice itibarıyla ülkemiz ciddi anlamda bir ‘Selefi’ tehditi altındadır.”
İlginizi Çekebilir