Sinemaseverlerin merakla beklediği Bergen filmini geçtiğimiz günlerde izleme fırsatı buldum. Film sinema salonlarının neredeyse tamamında gösterimde olup, Z kuşağının pek tanımadığı bir sanatçının hayatı anlatılmaktadır. Tabii ki önemli olan X,Y,Z değil; filmin ne anlattığıydı. Filmin detayına girmeden kısaca diyebilirim ki; bir kocanın üne ve şöhrete kavuşma arzusunda olan eşini nasıl frenlediğine şahit oluyorsunuz. Kıskançlığın ilişkileri diri tuttuğu söylense de bazen bunun tam tersi sonuçları doğurduğunu kabul etmek gerekiyor. Filmin sonunda verilen mesaj geçmişle günümüzü kıyaslamak için seyirciye bir beyin cimnastiği yaptırıyor.
Film inanılmaz, çarpıcı ve örnek, ders çıkarılacak bir hayatı, memleketimizde her yıl artan kadın cinayetleri üzerine yaşanmış bir öyküyü anlatıyor. Genç sanatçı Farah Zeynep Abdullah oyunculuğu ile Acıların Kadını Bergen rolünün hakkını verdi. Vali filminde yaptığı hizmetlerle adından söz ettiren merhum Vali Recep Yazıcıoğlu’nu canlandıran, Çiçero filminde 2. Dünya Savaşı'nın seyrini değiştiren ve Almanya'nın bozguna uğramasında etkin payı olan casusu oynayan ve Behzat Ç. filminde cinayet büroda görev yapan bir polis rolü ile izlediğimiz ünlü oyuncu Erdal Beşikçioğlu, Bergen filminde koca rolünde seyircinin karşısına çıktı.
Şahsen onu o rolde gördüğümde içim acıdı desem yalan olmaz. Bir sanatçı iyi rollerde de kötü rollerde de pekala oynayabilir ancak bir çizginin dışına çıkıldığında seyircinin algısı da değişiyor. Dayakçı koca rolünde kimi görmek isterdiniz diye sorsalar Beşikçioğlu’nun olacağını tahmin etmezdim ancak buna cevap vermek güç, çünkü eskisi gibi öyle kötü rolün de hakkını veren birilerini bulmak kolay değil. Erol Taşlar, Antalyamızın gururu Coşkun Göğenler, Bilal İnci, Kazım Kartal gibi isimler Türk sinemasının kötü karakteri olarak nam salmıştır. Kötü rolde ikonlaşan karakterlerin iyi role geçişlerinin yadırganabileceği gibi iyi rolde hafızalarda yer eden isimlerin de kötü role geçici de olsa transfer olması ters etki yapabiliyor. Ölenlere Allahtan rahmet kalanlara sağlıklı günler dileyerek filmdeki bir diğer ince noktaya temas etmek gerekiyor.
Acıların Kadını Bergen’i izlerken benim gibi düşünenler mutlaka olmuştur, Bergen’in Acıların Kadını, Benim İçin Üzülme, Sen Affetsen, Elimdeki Fotoğrafın gibi eserlerini Farah Zeynep Abdullah’ın sesinin yanında rahmetli Bergen’in sesinden dinleyebilmeyi. Çünkü arabeskin kraliçesi olarak adlandırılan Bergen’in güçlü bir sesi vardı. Birkaç dakikalığına da olsa bunu duymayı istiyor insan. Filmlerde eski şarkıların yaşatılması faydalı olduğu kadar şarkının sahibinden de duyarak nostaljiyi yaşamanın önemli olduğunu düşünüyorum.
Teknik olarak filmi uzun uzadıya yorumlamaya gerek olduğunu düşünmüyorum ancak filmlerde bazı anlar vardır, bilhassa gerçek hayattan alınmış ise bunlar seyircinin iliklerine kadar hissetmesi için mümkün olduğunda etkileyici olmalıdır. Filmin bunu yeterince verip veremediği tartışılır. 2,5 saatlik bir yapıtta seyirciyi sıkmadan, olayları gerçekliğine bağlı kalarak ve hafızalara kazınacak bir halde sunmak kolay iş değil.
Teknik açıdan kırık not verilmiş olabilecek olan bu film aslında1980’lerin Türkiyesi ile günümüz Türkiyesini kıyaslama imkanı veriyor. Asıl adı Belgin Sarılmışer olan Bergen, Acıların kadını lakabını haybeye almıyor. Meşhur olsa da, ünlü şarkıcılarla birlikte turnelere çıksa namı ülke sınırlarını aşsa da hayatı zindana dönüşüyor. Tam huzura kavuştum derken 14 Ağustos 1989'u 15 Ağustos'a bağlayan gece Adana Pozantı'da boşandığı eşi tarafından kurşunlanarak öldürülüyor. Naaşı memleketi Mersin'e defnediliyor. Kıskançlık krizi ile Bergen’in hayatında derin yaralar açan ve bir gözünü kaybetmesine sebep olan daha sonra da onu silahıyla vurup öldüren katil Halis Serbest cezaevinde 7 ay yatıp çıkıyor. Filmin gösteriminin engellendiği Kozan’da yaşayan Serbest, filmi sinemada değil TV’de izleyip yorum yapacağını beyan ediyor. Buradan çıkarılacak büyük dersler var. Sene 1989 kadına şiddet o zaman da bu ülke için sorunmuş, bugün de aynı şekilde sorun olarak kalmış.
Bakın bu örnekten yola çıkarak günümüze doğru geldiğinizde Kadın cinayetleri 2010-2020 yılları arasında yani 10 yılda yüzde 25 arttığını görüyorsunuz. 2534 kadın hayatını kaybetmiş. Kadın cinayetleri il bazında en çok İstanbul'da, ilçe bazında Seyhan'da (Adana) yaşandı. Kadın cinayetlerinin bir numaralı faili koca olarak kayıtlara geçmiş. Her 5 kadın cinayetinden 1'i boşanma/ ayrılık aşamasında gerçekleşmiş. Öldürülen her 5 kadından 1'i şiddet/ taciz mağduru olmuş. Şiddet gören her 10 kadından 6'sı güvenlik amaçlı korunma başvurusunda bulunmuş. Kadın cinayetleri en çok evde ve ateşli silahla işlenirken en çarpıcı anektot kadınların 97’sini evli olduğu erkeğin, 54’ünü birlikte olduğu erkeğin öldürmüş olması. Lafın kısası ülke olarak kadına şiddetin son bulması için etkin çözümler üretmemiz gerekiyor. Caydırıcılık yanında eğitime ve insan sevgisi aşılamaya ağırlık vermek gerekiyor. 30 sene önce var olan meseleyi bugün konuştuğumuz gibi 30 sene sonra da konuşmamak dileğiyle….
Yorum Yazın
Facebook Yorum