Bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü ve bu müstesna günde siyasi partisinden, sivil toplum kuruluşuna, muhtarından Kaymakamına, Valisine kadar tebrik mesajları yağdı. Davetler yapıldı, davetlere icabet edildi. Antalya’da birkaç bölgede basın ile buluşmalar gerçekleşti yarın da devam edecek gibi görülüyor. Gazetecilere jest olarak mı yoksa adet yerini bulsun diye mi bu buluşmalar organize edildi bilemeyiz ama bir gerçek var ki o da Gazeteciler sırf çağırıldıkları ve misafir edildikleri için kendilerine değer verildiğini hissediyordu.
Peki neydi veya onlar için neyi ifade ediyordu bu jestlerin, bonkörlüklerin gün yüzüne çıkmasına neden olan Gazeteci kimliği? ‘Gazetecilik zor meslektir’ der büyüklerimiz. Bir haber yazarsın alkışlarlar onore edilirsiniz ardından motivasyonunuz tavan yapar. Daha güzel şeylere odaklanırsınız. Daha sonra birilerinin damarına basacak, nabzını yükseltecek şeyler yazdığınızda en ağır eleştirilere, hakaretlere maruz kalırsınız. Bununla kalsa iyi, daha da vahim sonuçlar da sizi bekliyor olabilir. ‘Gazeteci baskılara göğüs gerebilen insandır’ diye de hep söyler büyüklerimiz.
Bir gün iyisiniz diğer gün kötü. Öyleyse sizi seven de olacaktır sevmeyen de. Sevenler sırtınızı sıvazlar ama aslında onlar; ‘aleyhinde yazı yazılmasını istemeyen, başının ağrımasına tahammülü olmayan’ insan tipleridir. Peki ya sevmeyenler? Onlar da hep aleyhine yazıldığı için kindar takılan, bela okuyan karakterlerdir. Sizinle başkaları aracılığıyla irtibat kurar. Telefonlarınıza bakmaz. Sorulardan kaçar. Bunlar tecrübe ile sabit mesleğimiz içinde olağan durumlardır. Bir çok meslektaşımız da bunlara tanık olmuştur.
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü ve basınla ilişkilendirilmiş özel günlerde hep konuşulan şey aslında basın mensuplarının sıkıntıları ve talepleri olmuştur. Bir araya gelindiğinde sansürden, bilgiye erişimin engellenmesinden, insan yerine konulmamaktan, hoşgörüsüzlükten bahsedilir. Bahsetmek mesele değil, her özel günde bunlar tekrar tekrar gündeme getirilir. Takvim de buna müsaittir. Öyle ki dertleşmek için yeterince özel gün bulunmaktadır. 10 Ocak ile başlar ardından 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü ve 24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı ile devam eder. Bu günler bilinen ve kabul gören 3 özel gün olarak kayıtlarda yer etmiştir ancak bir de 21 Ekim Dünya Gazeteciler Günü 3+1 olarak kutlanılmaktadır.
3+1 çünkü gazetecilik örgütleri ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval gazetesinin 21 Ekim 1860 tarihinde yayına başlamasına dayandırılan bu günün varlığını kabul etmemektedir. Bu özel günlerin ilham kaynağı ‘Basın Özgürlüğü ve sansürdür’... Yıllar önce hak edilmiş haklara sahip olmanın kutlanmasıdır işin özü. Tabi sorulması gereken soru ; “Bu özel günlerde gerçekten kutlama mı yapılıyor?
Bu sorunun yanıtını aslında TGS yani Türkiye Gazeteciler Sendikası açıklamadan aldığım bölümde veriyor. Bugün ve hemen hemen her yıl yapılan benzeri açıklamada diyor ki: “Basın ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığı, gazetecilerin hemen her gün adliye koridorlarında haberlerini savunmak zorunda bırakıldığı bir ortamda kutlanacak bir şey görmüyoruz. 34 meslektaşımızın cezaevlerinde tutulduğu, RTÜK ve BİK aracılığıyla eleştirel medya kuruluşlarının cezalandırıldığı, sendikasız-güvencesiz çalışmanın yüzde 90 civarında olduğu sektörümüzde 10 Ocak bir mücadele günü sayılmalıdır”
Bu ‘Neyi kutlayacağız?’ başlıklı açıklamanın detayında ülkemizin fotoğrafı çekiliyor. Adaletsizlikten dem vuruluyor. Bu ve benzeri ifadeler muhtemeldir ki 3 Mayıs’ta 24 Temmuz’da da karşımıza çıkacak. Kutlama yapılması veya kutlamaların kabul edilmesinin gerektiği günde haykırış, isyan var. Bir çok kesimin güvence altında çalıştığı bir ortamda vatandaşa haber yetiştireceğim diye koşturan, türlü badireler atlatan gazeteci, daha düşük ücretler alırken kutlama yapabilir mi? Sırf eleştirinin dozu fazla diye cezalandırılabilir mi? Fikir işçisi elbet eleştirecek. Fikir işçisi yazacak ki bir şeyler düzelecek. Eğer öyle olmazsa basının dördüncü güç olduğundan bahsedilmeyecek.
Demokrasilerde dördüncü kuvvet olarak adlandırılan basın öyle sadece özel günlerde hatırlanıp unutulmayacak. Bakınız bugün Alman anayasasında hemen başlarda açıkça ifade edilerek korunan basın özgürlüğü, medya kurumlarının Almanya’da sansürsüz bir şekilde haber yapmalarını güvence altına alıyor. Muhalif basını ortadan kaldıran Nazi döneminden günümüz Almanyasına geçiş sağlanmış. Basın özgürlüğü Anayasal teminat altına alınmış. Türkiye’deki basın özgürlüğü ile ilgili yapılan araştırmalar bir hayli mesafe katetmemiz gerektiğini gösterir nitelikte. İstanbul Enstitüsü Medya İletişim Çalışmaları Merkezi’nden Av. Bilal Çalışır 2015 yılında yaptığı araştırma ile Türkiye’de basın özgürlüğünün hukuki zeminini sağlamlaştırmak için başta Anayasa olmak üzere mevzuatta köklü değişiklikler yapılması gerektiğini, bu değişikliklerin yanında evrensel ilkeler bakımından basının kendi içinde otosansürü sağlayacağı mekanizmalar veya kurullar oluşturulmasının yanında Ayrıca mahkemelerin özgürlüğe ilişkin pratiğinin AİHM içtihatlarına uyumlu hale getirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Demokrasinin güçlenmesi adına basın özgürlüğünün büyük önem taşıdığı her platformda dillendirilirken bu restorasyonun önümüzdeki süreçte yapılması muasır medeniyetler seviyesine yükselmemize imkan sağlayacaktır. Değilse yılda her 3+1 kez bu tepkileri duymaya devam edeceğiz. Bu vesile ile Pandemi döneminin zorlukları ile mücadele eden Gazeteci meslektaşlarıma başarılar dileyerek sözlerimi bitiriyorum.
Yorum Yazın
Facebook Yorum